İki yıl öncesine kadar gayet zayıf bir kadındım ben. Zayıf ve mutsuz. Özsaygısını yitirmiş, fazlasıyla incinmiş, hayattan bir beklentisi olmayan (kalmayan) bir kadın. Üstelik henüz 25 yaşındayken! Henüz mesleğimle kendimi yoğurmamış, henüz kendi derdime çare olamıyorken…
Sonuçta psikologların da “önce insan” olduğu unutulmamalı; sanki doğaüstü varlıklarmışız gibi bizden beklentisi aşırı yüksek insanları hiç anlamıyorum zira.
Büyük bir bunalımın içerisine adım adım giriyordum. Sanki bir bataklık beni içine çekiyordu ben farkına varmadan. Hoş, ben bunalım sürecinden bahsediyorum şu an ama o düpedüz depresyondu. İçsel sebeplerden değil, aşağılanmış, örselenmiş, psikolojik manipülasyonlara maruz kalmış olmanın neticesini yaşıyordum kendi iç dünyamda. Gerçekten berbat hissediyordum kendimi.
Depresyon dendiğinde hayattan hiç zevk alamama, yeme-içmeden kesilme, uyuyamama gibi belirtiler geliyor ya hani akla ilk olarak. İşte bu belirtiler aslında “tipik depresyon” belirtileri. Bir de bunun “atipik depresyon” boyutu var ki, aşırı yemek yeme, aşırı uyuma ama yemeye de uykuya da doymama halini içinde barındırıyor. Yani psikolojik açlığı diğer fizyolojik ihtiyaçlarını aşırı doyurarak karşılamaya çalışma bozukluğu. Benim durumum tam olarak buydu. Bu duygusal çöküntüden kurtulmanın yolunun ise bu duygusal manipülasyonlara kendimi daha fazla maruz bırakıp kendimi hissizleştirmek olduğunu sanıyordum. Denedim de bunu. Sonunda duygusuz, her şeyi değersiz bir obje gibi görmeye başlayan bir robota dönüştüm. Mutlu muydum? Hayır. Eğer ki antidepresan tedavisine başlamasaydım 2 yıl önceki travmalarım uykumda benim kendi üzerime çullanıp da kendimi yastıkla boğmama bile sebep olabilirdi. Enteresan değil mi? Kendime zarar verirsem bu durumdan kurtulabileceğimi düşünüyordum. Üstelik artık iyice hissizleşmiştim. Sürekli yiyordum. Sürekli uyuyordum. Ne yemeye ne de uykuya doyuyordum. Hislerimi kaybettiğim gibi doyum algımı da yitirmiştim. Farkındalığım sadece içsel huzuruma çalışıyordu. İnsanları kullanmaya başlamıştım. Kendimi çok sevdiğimi söyleyip gittikçe kendimden soğuyordum. Beden algım bozulmaya başlamıştı. Sürekli kilo alıyordum. Kilo takıntısı olan bir annem ve babam olduğundan onlarla geçirdiğim zamanı da en aza indirmiştim. Yemeye devam ediyordum. Aldığım kilolar sinirimi bozdukça daha da yiyordum. Tüm nefretimi, öfkemi yediklerimden ve dolayısıyla kendimden çıkarırcasına… Boyuna yiyordum. Sürekli para harcıyordum. Sürekli kıyafet alıyordum. Gün aşırı. Yetmiyordu. Hiçbir şey bana haz vermiyordu. Kredi kartı limitlerimi zorluyordum. Ben harcadıkça banka, kredi kartı limitimi artırıyordu. Yemek yiyordum sürekli. Kilo aldıkça yeni kıyafet alıyordum. Borç içinde yüzdükçe daha da mutsuz oluyordum. Birden tartıya çıktığımda hayatımda hiç görmediğim bir sayı gördüm. “Hayır, ben kendimi böyle istemiyorum” dedim. Fakat durduramıyordum kendimi.
Kasım ayında başladığım antidepresan benim ruh durumumun benlik saygısı kısmını düzeltmiş ve vücudumu serotonin ile doldurmuştu, 27 yaş sendromuyla birlikte intihara olan meylim ortadan kalkmış gibiydi fakat bir eksik vardı. Beni kendime getiren bir şey olmalıydı. Ve o mucize gerçekleşti. Artık yenilenme zamanım gelmişti. Düştüğüm yerden kalkacak gücü kendimde buluyordum...
*********Devamı Gelecek*********
0 yorum:
Yorum Gönder